Sevgili Soso'nun gelecekteki esi,
Bir gun gelecek ve sen Soso'ya evlenme teklifi edeceksin belki bu sene belki seneye ya da baska bir zaman.
O gun geldiginde Soso'ya bu sarkı ile evlenme teklifi etmeni soyleyecegim ben sana. Simdiden bunu buraya yazıyorum ki bil nedenini.
Ben sarkıyı cok bilmem, sozlerini hatırlamıyorum da... Soso dinletmisti bana ve demisti ki "bir gun evlenme teklifi edecek biri cıkarsa karsıma ona soyle bana bu sarkıda evlenme teklifi etsin" iste bu yuzden ben sana bunu soyleyecegim. Sen bu sarkıda evlilik teklifi etmeyi planla gerisi sana kalmıs tabi ona karısamayız. Kendin mi soylersin, birine mi soyletirsin, Levent Yuksel konserine mi goturursun bilemem. Ben sadece bu sarkıda evlilik teklifi etmeni soyleyecegim.
...
Tabi bir de onu sakın uzme diyecegim.
Ben kendimi bildim bileli babam bir ajandaya o gun yaptıklarını not alır ve o ajanda hep Ece'dir. Her yıl sonunda gider yeni bir Ece Ajandası alırız babama.
Daha once de bahsetmistim, babam ise basladıgımda kendine bir ajanda al ve bir satırda olsa mutlaka o gun yaptıklarını yaz demisti. Basta vaktim yok baba zaten cok yogun calısıyorum bir de ne yaptıgımı mı yazacagım diye dusunmustum. Ama babalar ne dese dogrudur ya bu da oyle bir konu.
Ama asıl konum bambaska...
Annem, canımın taa içi benim dogdugum sene ve bir sonraki sene kucuk bir Ece Ajandasına gunluk tutmus benim için dogdugum gunden itibaren.
21 Ocak 1985
Canım annem ne de guzel yapmıs not tutarak. Bu bir cocuk icin en guzel hediyelerden biri sanırım. Kıymetini buyuyunce daha iyi anlıyor insan.
...
Oturdum okudum... Su anda hayatta olmayan cok ozledigim insanların beni nasıl sevdiklerine, babamın gonderdigi cicegin kartına baktım.
27 sene once bu gunlerde baba demeye ve cabuk cabuk emeklemeye calısıyormusum.
Sair der ki "Baskası olma kendin ol boyle cok daha guzelsin." demek isterdim ama Tarkancıgım soylemis biz kucucukken, calmıs, bir de klip cekmis ki ne klip neyse...
Bir insan kendisi gibi geldi mi bana cok seviyorum onu ama boyle atıp tuttu mu cok sinirleniyorum, agzına vurasım geliyor kim olursa olsun. O yuzden "Seeen baskalarına benzeme sakııın hep boyle kaaaal hep boyle kaaal hep cana yakın" desin Erol Evgin. Tabi ki Erol Evgin degil de Wheatus soylesin biz de eskilere gidelim teenage olalım.
Cuma hepimiz için "happy friday". Pazar gecesi/pazartesi sabahı "pazartesi sendromu" günü.
Hepimizin en sevdigi kitap Kafka-Dönüşüm. Hepimiz (ben dahil) dev bir böcek olarak uyanıyoruz bir sabah.
Kızlarin infoları cok havalı, fotografları instagramlı, erkekler ise zaten ucmus gitmis. Hepimizin cok acayip hayatı var, birimizinki digerine benzemiyor o derece yani. Hiç kıskanc degiliz umursamasız hatta. Butun kızlar evlilige karsı (erkekleri urkutmemek lazım sonucta) Bir de her iki cinste cok depresif ne kadar cok drama queen o kadar artı puan.
Her konuda fikrimiz var. Hepimiz IMDb'den watchlist yapıyoruz, filmlerimizi torrent'ten indiriyoruz, playlist'imiz grooveshark'dan... En guzel kitapları okuyoruz. Okuyoruz da bir de fotografını cekip koyuyoruz.
He bir de arada Ahmet Kaya falan dinledigimizi yazıyoruz. Arkadaslarımızla hic sıradan seyler konusmuyoruz hep cok derin konulardayız bi de alkol aldık mı bizden cool'u yok!
Peki ya gercek hayatta nasılız? Birbirimizden farkımız ne?
Iste bu yuzden twitter senden sogudum bu aralar. Farklı gorunen aynı muhabbetler sıktı beni.
Cok olmadı senle tanısalı daha yazın basında tanıstık ama kısa bir sure kopmak zorunda kaldık. Ben istemedim aslında ayrı kalalım. Zorunlu bir ayrılıktı dedigim gibi. Kısa surede cok sevdim seni.
Aslında kucuklugumden beri ne zaman sesini duysam heyecan kaplıyordu icimi, hep tanısmak istedim seninle ama insanlar hevesimi kırdı. 27 sene bekledim yani seni tanımak icin. Tanıstıgımda da kısa surede herseyini ogrenmek istedim sabırsızca.
...
Bugun tekrar bulustuk seninle, biraz elim titriyordu hem heyecandan hem de mutluluktan. Iyi ki soylenenlere aldırmadan tanıstım seninle. Eminim iyi bir ikili olup guzel seyler calıcaz ilerde arkadaslarıma, aileme...
Sen sadece bir keman degil bir dostsun bana huzur veren.
Canım kemanım :)
Özellikle hukuk sınavlarında son gune kadar calısmayıp son gece calısmaya baslarsın cok kolay ilerlersin ama zaman yetmez 600-700 sayfayı okumaya... Biraz daha vaktim olsaydı rahat rahat gecerdim bu sınavdan dersin. Ama vaktin yetmeyecegi icin calıstıgın yerden gelmesi icin dua edersin ya iste ben bu aralar "biraz daha vaktim olsaydı" hissi icindeyim. Nedendir bilinmez?
Sabahtan beri Led Zeppelin dinliyorum. Bir yerlere gidip dans edesim var, yarın cuma ve Burcu bir plan yapmalı.
Hayatta olmayan birini görme şansım olsaydı Jeff Buckley'i görmek isterdim. 30 yaşında ölmüş olmasına rağmen harika şarkılar yapmış o zamana kadar. İnsan (en azından ben) fotografına bakmaya kıyamıyor.
29 Mayıs1997'de grubun Memphis'e ona katılmak için geldikleri gün arkadaşı Keith Foti ile Mississippi Nehri kıyısına gitti. Led Zeppelin' in Whole Lotta Love şarkısını söyleyerek, kıyafetleri ile nehre girdi. Arkadaşı, kıyıda bulunan gitar ve radyoyu o sırada nehirden geçen bir botun oluşturduğu dalgalardan kurtarmaya çalışırken nehre baktığında Jeff Buckley'i göremediğini fark etti. Arama çalışmaları başladı ve 4 Haziran günü bir turist tarafından görülen vücudu karaya çıkarıldı. Buckley'nin polis raporlarında olaydan önce hiçbir alkol veya uyuşturucu almadığı ortaya çıktı.
Kaynak: Vikipedi Bir de soylemeyi unutmayayım bu genc Tim Buckley'in oglu. Babasına bak oglunu al :)
Bugun bu sarkı ile uyandım. Bir insan dusunun uyanır uyanmaz muzik acsın. Sabah uyandıgımda ise gitmek icin hazırlanırken once camımı (hava icin) sonra bilgisayarımı acıyorum.
...
Kucukken ne zaman bir yere gidecek olsak walkman'im hep yanımda olurdu. Cok yakın bir yerde olsa mutlaka alırdım. Hic bir anı hatırlamam ki walkman'im yanımda olmasın. Eger muhabbeti dinliyorsam ya bir kulagım acık ya da cok kısık sesle dinlerim muzigimi, arabada gidiyorsak iki kulaklık da kulagımda yuksek sesle dinlerim. Sonra yerini mp3'lara ve en son da ipod'uma bıraktı walkman.
Yuruyuse cıkınca, migrosa giderken, otobuste, metroda, arabada, balkonda oturken... Bilgisayarımda bir kulaklık hep takılı durur calısırken.
...
Hayatımda surekliligi oldugu halde sıkılmadıgım tek sey muzik sanırım ve muzik olmasaydı buyuk bir bosluk olurdu.
Ne zaman Bon Jovi dinlesem aklıma tek bir kisi geliyor yıllardır. Hayranlıgım ona mı Bon Jovi'ye mi bilinmez! dedim twitter'da bu aksam.
Ilk tanıdıgımda o kadar gıcık davranıyordu ki bana nefret etmistim ondan. Bir anda ne oldu da degisti hersey hatırlamıyorum. Her gordugumde aynı his. Yurt dışına gidiyorum, uzun sure gormuyorum, hakkında bir sey duymuyorum, asık oluyorum, birinden hoslanıyorum ama bu his farklı...
Sonbahar geliyor.
Yelkenimin yonunu degistirmeliyim ay sonunda.
Ne yone olacagına o gun karar verecegim. Simdiden karar vermek kesin hukum olur. Ruzgarı gorup ona gore yonumu belirleyecegim.
...
Ruzgara karsı gitmeyecegim, gemimi hırpalamaktan vazgececegim.
Dalgayı sagdan ya da soldan alıp da denizin beni tutmasına izin vermeyecegim.
Arkamdan ruzgarın gitmeme yardım edisini izleye izleye devam edecegim yoluma.
Sonra ruzgar durulunca acıkta bir yerde demir atacagım, yelkenlerimi indirecegim.
Aksam onunla gokyuzune bakıp buyukayı ve kucukayıyı bulacagım sonra da samanyolunu gosterecegim. Bana kucukken amcam ogretmisti diyecegim, dedem de kaptandı benim diye ekleyecegim.
Gece denize girmek isteyecegim ama biraz korkacagım. O onden girip elimi tutacak. Guvenecegim.
Ay ısıgı denize vuracak, yuzecegiz. Kamarada uyuyacagız o gece. Sabah gunes ısıgı gozumuze vurarak uyanacagız.
Yelkenimizi acıp, ruzgarı arkamıza alıp gidecegiz, sonra tekrar demir atacagız, sonra tekrar gidecegiz...
Sonra ben onu bilmedigim bir adada bırakacagım. Biraz icim burkulacak ama yoluma devam edecegim. Yıldızlara bakıp onu hatırlayacagım, denize giremeyecegim. Sonra geri donecegim seni bırakmamalıydım diyecegim. O bana kırgın, basta gelmek istemeyecek ama gelecek. Gonlunu alacagım. Bana kucukayıyı, buyukayıyı, samanyolunu gosterecek. Bana sen ogretmistin diyecek. Denize girecegiz,uyuyacagız, yola cıkacagız...
Biraz hangi sarkısını dinlesem aynı sarkıymıs gibi gelse de sarkıları oldukca eglenceli.
Albumde sevdigim diger sarkılar: Out of the town, all alright, carry on, all alone.
Ekstra olarak: Nedendir bilmem ben bu adamların sarkılarını Queen'e benzetiyorum. Ozellikle asagıdaki sarkıyı bir dinleyin belki benim gibi hissedersiniz. (ozellikle solisti)
Arabada giderken Alanis Morissette actım. Gokce abla bu kadını hic sevmiyorum, Turk dusmanı.... diye anlatmaya basladı...
Ben oyle dusunmuyorum. Muzik benim hayatımın buyuk bir kısmında. Hayatımdaki her insanın bir sarkısı var benim icin, onemli olan her anın fon muzigi var...
Sarkıcılar ise sadece ruhlarını ve seslerini katıyor o sarkıya ne ırkı, ne siyasi gorusu, ne de ozel hayatı beni ilgilendirmiyor.
Arkadaslarıyla sahilde bir lokantada yemek yemege cıkmıstı kız. Yemek yerken ilerdeki iskeleyi gozune kestirmisti. Yemek bitince arkadasları cay icerken biraz yuruyecegini soyledi.
Denizin kenarından iskeleye dogru yururken t-shirt'una tas topladı.
Iskelede bir kisi dısında kimse yoktu, en uca yurudu.
Topladıgı tasları sektirmeye calıstı, ancak sag bilegi 1 ay once kırıldıgı icin istedigi gibi kıvıramıyordu bilegini, taslar bir turlu sekmiyordu denizde. Iskelenin sag tarafında duran cocuga ilisti birden gozu, kızın ona baktıgını goren cocuk bir sey soyledi ama kız kulagında kulaklık oldugu icin duymadı. Bir kulaklıgı cıkarttı, o sırada "One" calıyordu, cocuk "muzigi biraz kısarsan dalgaların sesini de duyarsın" dedi. Denizden, geceden, muzikten konustular biraz sonra tas sektirdiler. Kızın tasları bitince tekrar kulaklıgını taktı ve arkadaslarının yanına dondu.
Can Yucel'in dun olum yıl donumuymus. Can Yucel'le gercek anlamda tanısmam "Eger" siiri ile baslamıstı. Sanırım orta son ya da lise bir, bodrumda babamın siir defterini bulduk. Babam siir yazar halamda ara sayfalara resim cizermis. Bircok siiri ezberledim o defterdeki. Internetin yeni gelistigi yıllardı, bol bol siirler okudum. Hatta antoloji.com vardı. Sık sık okurdum o sitedeki siirleri. O donemlerde tanıstım "Eger" ile... Hemen hemen her dizesini ezberledim, cıkıs alıp oraya buraya yapıstırdım, bir şey için uzuldugumde, umutlandıgımda hep okudum bu siiri. Her dizesi ayrı anlamlı benim icin ama sonuna dogru bir kısmı var ki insanın canını acıtıyor her okuyusunda. ... Sen gittikten sonra yalnız kalacağım. “Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse"... Ne guzel yazmıssın, uzun uzun, acık acık, tane tane. Eline saglık.
Soso, ben, Tuğçe, Gokce abla ve Gokce ablanın arkadaşı Ayşe yola çıktık.
Silivri, Kinali, Corlu, Tekirdağ, Ecaabat...
Ecabat'tan feribotla Çanakkale...
İzmir yolunu takip edip Ayvacik'a geldik.
Aslinda uçakla yolculuk yapmayı çok seviyorum ama araba yolculugunun tadı bir baska. Yol kenarında buyuk sehirlerde gormeyeceginiz isimlere sahip benzinciler, kahveler, mola verilen tesisler, guneye indikce artan mayo, simit, kolluk satan dukkanlar...
Herseyden uzak guzel bir tatil yaptık. Yıldızların altında yapılan derin sohbetlerin ve denizin tadı damagımda kaldı. Ben sadece 4 gun kalabildim ve dun aksam dondum.
Kız, metroda mavi hattan kırmızı hatta gecti ve kursun oldugu durakta indi. Yuruyen merdivenler o kadar uzundu ki birden yerin ne kadar altında oldugunu dusundu ve hızlıca merdivenleri cıktı.
Hic bilmedigi bir ulkede, tanımadıgı insanların arasında 4. gunuydu kursta ise ilk gunu.
...
Kendini biraz tedirgin hissediyordu ama kısa surede alısacakdı bu sehre ve cok guzel gunler yasayacaktı.
...
Ilk gunun sonu geldi ve kız kurstan cıkıyordu ki kapıda sigara icen cocuk "merhaba" dedi. Kız ustune alınmadı sonra tekrar "merhaba" dedi cocuk. Kız durdu, konusmaya basladılar. Ilk gun oldugu icin ingilizce konusmaktan cekinen kız sohbeti cok uzatmadı. Bu sefer kırmızı hattan mavi hatta geçerek eve dondu.
Ertesi gun bilgisayar dersinde cocuk cantasını kızın yanına koydu. Ders cıkısı pizza yemeye gittiler.
O gunden sonra hemen hemen her gun pizza yemeye gittiler.Her hafta sonu dısarı cıktılar, sinemaya gittiler, her gece telefonda konustular...
Herkes kıza "siz sevgili misiniz?" diye sormaya basladı, kız sıkıldı, cevap vermek zorunda mıydı? "hayır" dedi. Hesap vermek istemiyordu. Bilmedigi bir ülkede, bir daha gormeyecegi bir cok insana neden acıklama yapmak zorundaydı ki.
...
Komik, sarhos, sacma, eglenceli bir cok anısı oldu cocukla.
...
Son gun sabah 8'de bulustular, cocuk kursa gitmedi. Son metro saatine kadar birlikteydiler.
Cocuk kızı evinin ordaki metro duragına bıraktı. Sarıldılar, cok uzun sarıldılar. Birbirlerine hatıra olması için bir seyler verdiler. Kız aglamadı ama arkasına da bakmadı. Cocuk metroya kız evine gitti.
...
Sık sık mail attılar birbirlerine, skype'dan konustular... Zamanla seyreklesti maillesmeler, kamerayla konusmalar...
...
Ama kız hep guzel hatırlayacaktı cocugu. Eminim cocuk da kızı.
...
Belki bir gun yine goreceklerdi birbirlerini. Kim bilir?
Visne mevsimi geldi mi gidilir pazardan poset poset visne alınır.
Eve gelince annen cekirdeklerini ayıklar, yardım etmek istersin "sen simdi karısma yere damlatırsın" der. Uzaktan izlersin...
Recel tenceresi vardır boyle derin, buyuk!
Visneler sekerle birlikte icinde kaynatılmaya baslanır tencerenin. Kıvamı cok onemlidir recelin! Olayın puf noktası ordadır. Kadının favori recelini o belirler ve her kadının kıvamı farklıdır. Bitmeye yakın tencerenin üzerinde toplanan kopukler alınır. Sonra tatlı kasıgı batırılır recele, kasıktaki recel tezgahın uzerine damlatılır. Eger tezgahtaki damlanın kıvamı suluysa limon sıkılır ve biraz daha kaynatılır. Sonra tekrar tatlı kasıgıyla tezgaha damlatılır biraz daha kaynatılan recel. Taa ki istenen kıvama gelene kadar devam eder bu surec. Istenen kıvama gelince altı kapatılır tencerenin ve soguması icin bırakılır. Soguyan receller kavanozlara doldurulur.
Bir sonraki visne mevsimi gelinceye kadar afiyetle yenir el emegi recel.
...
Ece Temelkuran'ın kitabından bir alıntı yapmak istedim.
"...Otuz eskiden kulagı ne bicim doldurur koca kadınlara ait birsey olarak konusulurdu. Simdi soranlara otuz mu diyecegiz yani, koca kadın olduk oyle mi? Koca kadın olunca birseyler yapmak gerekecek haliyle. Uzak kalınarak cocuk kalınmıs bazı bilgileri ogrenmek gerekecek.
Niyeyse recel yapmayı ogrenmek gerekiyor sanki. Annelerin, anneannelerin zaman dilimine girildigi icin o yıllanmıs bilgiler edinilecek. Tursu kurmak, recel yapmak, yazlıkları kaldırma, doguma giderken hediye almak, adak adamak, halil ibrahim sofrası kurmak gibi bazı "koca kadınsal" bilgiler ogrenilecek. Simdiye kadar yirmili yasların sokaklarda surdurulen hayatına sabun kokulu kadınlık bilgileri sızacak. Sabretmenin, yetinmenin bilgileri edinilecek. Sanki bunlar ogrenilmedikce koca kadınlar bolgesine girilmeyecek. Otuz heralde boyle bir donum noktası olacak.
Tuhaf birsey aslında kendisiyle kavgası bittiginde baslıyor insan yasamaya. Otuz baslangıcmıs esasında, bir de derler ya kadın kırkında kadındır diye, insan onu merak ediyor bu sefer de... "
Bir kızın abisi varsa abisinin arkadaslarına asık olarak buyumesi kacınılmazdır!
...
Hatırladıgım ilk askım (Top Gun'daki Tom Cruise'dan sonra) abimin yazlıktan arkadası Kaan'dı.
O yazla ilgili hafızamda kalan tek sey: Kaan bize gelecegi zaman halamın diktigi kırmızı beyaz bir elbisem vardı onu giymistim. Evdeki herkes biliyordu Kaan'a asık oldugumu abim bile :)
...
Ilkokul, ortaokul, lise... Buyurken her donemde hayranlık duydugum cocuklar oldu evimize gelen ya da dısarda gordugum. Tabi hep Burak'ın kucuk kardesi oldum. Bundan hic rahatsız olmadım da aslında cunku hayranlıktan baska bir sey degildi hissettigim. Benden buyukler, cool'lar, ozgurler, kimi basket oynuyor, kimi gitar calıyor, kimi universitede...
...
Bir kisi var ama bu yazıda ondan bahsetmeyecegim.
...
Abisi olan her kız buyurken benim yasadıgım hayranlıklara benzer duygular yasamıstır eminim. Cok da guzel duygulardır bunlar bence.
Muhtesem atmasyon ingilizcemle bu kaseti dinledigimizde "so lonelyyyy so lonelyy" kısmını "sloowlyyy slooowly" diye soylerdim :)
Normalde ayakları cok usuyen ben corapsız gezemezken sıcak ve nemli yaz aylarında ayaklarımı duvara yapıstırarak uyuyorum. Yazı cok sevdigim dogru ama nemi degil. Nem oldu mu herkes gibi ben de cıldırıyorum. Dun gece de her yaz gecesi oldugu gibi duvara ayaklarımı dayadım ve uyumaya calıstım. Ozellikle Agustos ayında degil duvara buzdolabına girsen nafile denecek sıcaklıkta(nemle birlikte) oluyor.
...
Bir diger konu da, babamın 1986 yılında cektigi "Ah ayaklarım" isimli Fransız Kultur Merkezi'nin yarısmasında finale kalmıs kısa filmi... Dun gece yatarken hatırladım bu filmi sabah ise gelirken de babamla konustum. Baba, senin "ayaklarım" diye kısa filmin vardı, ben hayal meyal hatırlıyorum, soyle oluyordu sonra bu oluyordu degil mi dedim. Sasırdı. Sen 1 yasındaydın onu cektigimde nerden hatırladın simdi dedi. Sonradan izlemisim heralde ama babamla konustukca anladım ki her sahnesini cok net hatırlıyormusum.
DVD'ye cekelim, kaset bozulmasın cok uzulurum bozulursa dedim. O da filmi aslında 8 mm'lik filmle cektigini VHS kaset bozulsa bile 8 mm'nin bozulmayacagını soyledi. O yıllarda 8 mm'lik film cektiginde filmi yıkayacak makine olmadıgı icin Belcika'ya gonderirmissin postayla. Onlarda yıkayıp geri gonderirmis hem de parasız.(simdi olsa kargo parası, bilmem ne parası soyarlar adamı)
Buyrunuz Belcika'da yıkanıp gelen filmin zarfı:
Her neyse filmin konusuna gelirsek;
Insanın tum gun ne yaparsa yapsın en cok yorulan organı olan ayaklarının bir gununu anlatıyor bu kısa filmde babam. Butun film boyunca babamın ayagı dısında baska bir yerini gormuyoruz.
Ilk sahne saatin alarmı calıyor ve ayaklarımız uyanıyor. Ardından ise gitmek icin hazırlanıyorlar. Coraplar, ayakkabılar giyiliyor ve merdivenlerden inerek apartmandan cıkılıyor. Otobus geliyor, ise gidiliyor, calısılıyor... Aksam olunca ayaklar eve donmek icin hazırlanıyor bu sefer. Eve donus ve ayaklar legende suya sokulup dinlendiriliyor. Son sahnede ayaklar yataga giriyor uyumak icin ve film bitiyor (fade out).
Ve tabi babamın cektigi kısa filme en guzel sarkı...
Soso, ben, Ozgur Circle'da oturuyoruz. Herkes kendi halinde...
Konuşuyoruz, eleştriyoruz, susuyoruz, yapma boyle diyoruz, ama ona yapma dedigimizi biz yapıyoruz.
Ozgur mesaj bekliyor, gelmiyor...
Kopuyor muhabbetten.
Birazdan cevap geliyor ama daha da keyifsizleşiyor. "Bu ne şimdi diyor?" tekrar konuşuyoruz, eleştriyoruz, susuyoruz, yapma boyle diyoruz, ama ona yapma dedigimizi biz yapıyoruz.
...
Ozgur, Oguz Atay'ın Korkuyu Beklerken isimli kitabından bir kac cumle soyluyor:
"... Acaba iyi bir şey olacak mı? Hayır, dedim kendime. Iyi seyler birdenbire olur; bu kadar bekletmez insanı. Surumcemede kalan heyecanlardan ancak kotu seyler cıkar ya da hicbir sey cıkmaz..."
...
Evet diyoruz, hak veriyoruz. Aklımızdan kendi surumcemede kalan olaylarımızı geciriyoruz. Kısa bir sessizlikten sonra gercekten de hep boyle olmadı mı diyoruz. Gitmiyor muyuz bazen yanlıs yolda oldugumuzu bile bile. Yolun sonunda hic bir sey olmadıgını bilsek de gozumuzle gormeden inanmıyoruz cogu zaman.
...
Tekrar tekrar konuşuyoruz, eleştriyoruz, susuyoruz, yapma boyle diyoruz, ama ona yapma dedigimizi biz yapıyoruz.
Duruma en uygun sarkı ne olabilir diye dusundum. Buyrunuz dinleyin.
Hepimiz birilerinin hayatlarına ugruyoruz, bir seyler ogreniyoruz, bir seyler ogretiyoruz. Sonra ogrenebildiklerimizi cebimize koyup gidiyoruz baska hayatlara.
Gidebilmek onemli. Hem de cok onemli. O insanın hayatındaki rolun bittiginde kalırsan uzulursun. Sakın ısrar etme! Oyuncuların isimleri akmaya basladıysa ekranda film bitmistir. Tekrar baslamayacaktır. Isıklar yandıgında, bir sonraki seans baslamadan yerinden kalk ve git.
Aynı yolu beraber yürüdüğümüzü sandığımız insanlar, aslında bize sadece gidecekleri yere kadar eşlik ediyor. Mark Twain
Bir kitap okuyorum.Orda Marcus Aurelinus'ın bir sözünü alıntı yapmış yazar: "Zor kullan bakalım kendine zor kurllan, şiddet uygula ruhum; ama daha sonra kendini saymaya saygı göstermeye zaman bulamayacaksın. Çünkü insanın bir tane hayatı vardır, bir tek hayatı. Ama senin için bu hayat neredeyse bitmiştir. O hayatı yaşarken kendine hiç dikkat etmedin, başkalarının mutluluğunu kendi mutluluğun saydın... Oysa kendi ruhlarındaki hareketleri dikkatle izlemeyenler mutlaka mutsuz olurlar."
Onunlayken dinledigin sarkıları, giydigin bir elbiseyi, gittiginiz bir cafeyi, aldıgı bir hediyeyi, gulusunu, uyuyusunu hatırlamak seni rahatsız eder. Aksine her sey onu hatırlatır sana. O sarkı cıkar, yanından gecen yabancı telefondakine onun adını soyler, birinden hoslanırsın onun gulusune benzer, bir reklam gorursun dev gibi onun bas harfi vardır. Aslında bunlar hep olan seylerdir. Ama o an senin karsına cıktıgında sinirini bozar. Sanarsın ki sen hatırlamak istemedikce karsına cıkar bunlar. Halbuki sen unutamadıgın ve hep aklına geldigi icin baglarsın her seyi ona...
...
Insanın bir harfe olan dusmanlıgı...
Georges Perec, Kaybolus (La Disparition) isimli romanını hiç "e" harifini kullanmadan yazmıs.
...
Bu kısa filmde de dolma kalem ve "d" harfi arasında Kaybolus romanındaki gibi bir iliski var.
Geri dönüş! ... Bir yola cıkarsın, hep ileri gitmeni bekler insanlar hep daha ileri gitmelisindir onlara göre. Detayların onemi yoktur. Hedefe ulasmalısın, yanlıs yapmamalısın. Saga sola sapmak yok, mola yok, dinlenmek yok, detayların hic bir onemi yok. Yol kenarındaki kucuk kuzunun, deniz manzarasının, edecegin koy kahvaltısının, alacagın hediyelik esyaların... ... Ben geri donuyorum. Bu sefer ileri gitmiyorum bir tık ileri degil iki tık geri gidiyorum. Icim biraz huzursuz ama ne farkeder ki ileri giderken de huzursuzdu. ... Grey'den ayrılırken tum ekibe attıgım veda mail'ine Cumhur'un verdigi cevabı okudum maillerimi duzenlerken; Herkes gider, bi noktadan bir noktaya Zaten bir yolculukmuş ya yaşam Öyle dolaş dur. San Aldan Ama devam et Eder misin? Kalan devam ediyor simdi Ama hic bir sey bi insanın mutlulugundan daha onemli degil Yuru yolunda Suru sanını, namını Mutlu ol Sadece mutlu olmak icin calıs. Seviyorum seni. ... Simdi yine oraya gidiyorum. Icimdeki huzursuzluga, tum yasanmıs mutsuzluklara ragmen mutluyum.